Tuesday, July 8, 2008

[Laiklik ve Yanlış Anlamalar / 1] Birey laik olur mu? *YARD. DOÇ. DR. AHMET T. KURU - COLUMBIA ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ*

[Laiklik ve Yanlış Anlamalar / 1] Birey laik olur mu?


AK Parti'ye açılan kapatma davası, laiklik konusundaki karşıt argümanları tekrar gündeme getirdi. Konunun sağlıklı bir zeminde tartışılabilmesine engel olan dört iddianın masaya yatırılması gerekmektedir. Bu dört iddia belli kesimlerce benimsenmekte ve laikliğin doğru anlaşılmasına mani olmaktadır.



1- Laiklik bir hayat görüşü ve aynı zamanda anayasal prensiptir.

Necdet Sezer cumhurbaşkanı iken, 20 Eylül 2004'te düzenlenen III. Diyanet Sempozyumu'ndaki konuşmasında şu ifadeleri kullandı: "Laiklik bir yaşam biçimidir... Laik birey, dinsel inançlarıyla bir yurttaş olarak yaşamına ilişkin alanı birbirinden ayıran bireydir. Dinsel inanca ilişkin uygulamalar kişinin iç dünyasındaki kutsal yerinde kalmalıdır. Yurttaş olarak yaşamı ise bireyin tüm dış dünyasıyla ilgilidir. Laik birey, dinsel inancının bu dünyayı etkilemesine kesinlikle izin vermez." Bu konuşma uzun zamandan beri süregelen "laik birey" hakkındaki tartışmanın açıklayıcı bir örneğidir. Turgut Özal'dan Tayyip Erdoğan'a kadar birçok sağ siyasetçi, "Birey laik olmaz, devlet laik olur" şeklinde özetlenen görüşü benimsemişlerdir.

Sağ siyasetçilerin hatası seküler bir hayat tarzını ve dünya görüşünü seçmiş olan bireylerin kendilerini ve tercihlerini "laik" olarak tanımlama ihtimalini reddetmeleridir. Yaşam tarzları ve dünya görüşleri açısından dini vicdanın ötesine çıkarmayan fertler "seküler birey"dirler. Bu bireyler kendilerini "seküler" yerine "laik" olarak tanımlamak istiyorlarsa bunları yok saymaya veya "siz laik değilsiniz" demeye gerek yoktur. Bu anlamda laik birey olabilir.

Öte yandan, Sezer gibi düşünenlerin hatası ise dünya görüşü olan laiklik ile anayasal prensip olan laikliği birbirine karıştırmalarıdır. Laiklik, gerek Türk Anayasası'nda gerekse diğer ülkelerin anayasalarında geçtiği şekli ile, din ile devlet arasındaki ilişkileri belirleyen siyasî bir prensiptir. Anayasal bir prensip olarak laikliğin iki temeli vardır: 1) Laik bir devlette kanun koyucu Meclis ile davalara bakan mahkemeler herhangi bir dinî kural veya kurum tarafından kontrol edilmezler, 2) Laik devlet tüm dinlere ve dinsizliğe tarafsız davranır.

Bireysel hayat görüşü olarak laiklik, şahsın dini, dünya hayatının dışında sadece bir vicdan meselesi veya vicdanda bile olmaması gereken bir olgu olarak görmesidir. Bu manadaki laiklik, evet, bir hayat görüşüdür, fakat birçok alternatif hayat görüşünden sadece bir tanesidir. Laik devlet, dünya görüşü ve yaşam tarzı olarak dini dünya işlerine karıştırmayan bireylere olduğu gibi, hayatlarında dine yer veren bireylere de tarafsız davranmak zorundadır. Hayat görüşü olan laikliği ne Türk devleti ne de başka bir laik devlet resmi olarak kabul edebilir. Edilirse o devlet tarafsızlığını kaybeder.

Bu konudaki en önemli örneklerden birisi Belçika'dır. Bu ülkede laiklik, toplumun ideolojik çeşitliliğinin bir parçası olarak görülmektedir. Belçika devleti dini gruplara para yardımı yaparken kendilerini hayat görüşü açışından laik olarak tanımlayanları da bir grup kabul ederek onlara da maddi destekte bulunmaktadır. Böylelikle Belçika laikliği bir yaşam tarzı olarak ele alan laik vatandaşlarını çeşitli dinî gruplarla eşit bir topluluk olarak kabul etmektedir. Öte yandan Belçika laikliğin resmi ve devlet tarafından dayatılan bir dünya görüşü olmasını reddeder.

Laik devlet vatandaşlarının laik bireyler olmasını sadece "laik devleti savunma ve laiklik karşıtı rejimleri reddetme" anlamında isteyebilir. Başbakan Erdoğan da 14 Mart 2007'de yaptığı açıklamada bu noktayı kabul ederek devletin laik karakterini savunma anlamında kendisini laik bir birey olarak tanımlayabileceğini beyan etmiştir. Bir hayat görüşü olarak laiklik hakkındaki yanlış anlamaların yanı sıra, anayasal prensip olarak laiklik üzerinde de yanlış varsayımlar yapılmaktadır. Özellikle laikliğin sosyal hayatta dinî semboller ile ilişkisi üzerinde çarpık bir genelleme dillendirilmektedir.

2- Laiklik, dinin sosyal hayata etkisine izin vermez.

Anayasa Mahkemesi 16 Ocak 1997 tarihli kararında Niyazi Berkes'e atıfta bulunarak laikliğin din-devlet ayrımı olmadığını iddia etmiştir. Kararda bahsi geçen tanıma göre laiklik din işleri ile dünya işlerini ayıran bir rejimdir. Bu ifade ile anlatılmak istenen, sadece devlet içinde din ve dünya işleriyle, ilgili otoritelerin birbirinden ayrılması değil, aynı zamanda sosyal hayatın eğitim, aile, ekonomi, hukuk, görgü kuralları, kıyafet vb. gibi cephelerinin din kurallarından ayrılarak, zamana ve yaşamın zorunluluklarına, gereklerine göre saptanmasıdır.

Bu tanım Tunus ve Özbekistan gibi otoriter ülkelerde bile eşine rastlanmayacak kadar radikal, dini devlet eli ile vicdanlarla sınırlamayı amaçlayan bir yaklaşımı ifade etmektedir. Tanımda devlete yüklenen sosyal mühendislik misyonu toplumu sekülerleştirmeyi amaçlamaktadır. Halbuki laiklik ve sekülerleşme biribirinden bağımsız iki kavramdır. Sekülerleşme, dinin bireysel tercihler, aile içi ilişkiler ve genel anlamda sosyal hayat üzerindeki etkisinin azalması veya yok olmasını içeren sosyal bir süreçtir. Tabandan tavana, fertten topluma doğru gelişebilen bu tedrici süreç, bireylerin istek ve kararları ile ortaya çıkar veya çıkmaz. Laik devletin bu sürece müdahalesi, tarafsızlığının bitmesi anlamına gelir. Zira anayasal bir prensip olarak laiklik, yukarıda değinildiği gibi siyasî bir prensiptir ve bireylerin veya toplumun değil, devletin karakterini belirler. Laik devlet toplumun dinsizleşmesi veya dindarlaşması konusunda tavır almaz. Bu nedenle, geniş manası ile sosyal hayatta dinî sembol ve söylemlerin yer alıp almaması onu ilgilendirmez. Laikliğin gereği olan tarafsızlığını korumak için devlet, dinî olan veya olmayan arasında tercih yapmaz.

Bu açıdan bir birey veya kurumun laikliği benimseyip benimsemediği ancak şu iki ilkeye karşı tutumu açısından değerlendirilebilir: a) Meclis'in ve mahkemelerin laik karakteri ve b) devletin tüm dinlere ve dinsizliğe karşı tarafsızlığı. Türkiye'de kanun yapma ve muhakemenin laik karakteri üzerinde neredeyse tam bir uzlaşma vardır. Ali Çarkoğlu ve Binnaz Toprak'ın 2006 yılındaki araştırmasına göre genel anlamı ile şeriat hukukuna özlem duyanlar Türkiye'de ancak yüzde 9'luk bir orana sahiptir. O nedenle asıl laiklik tartışması devletin tarafsızlığı noktasında yoğunlaşmaktadır. Tüm dinî ve din dışı grupların eşit vatandaşlık haklarından faydalanmasını savunanlar anayasal laikliği gerçek anlamında savunmuş olurlar. Bu tür bir savunma dinî sembollerin kamusal alandan dışlanması gibi muğlak bir iddiadan daha önemli ve gerçekçidir. Bu tutum liberal demokrasi ile de çok daha uyumludur.

Değişik kararlarında değindiği üzere, Anayasa Mahkemesi Türkiye'deki laiklik uygulamalarının diğer demokratik ülkelerdekine göre daha sert olduğunu kabul etmektedir. Fakat bu katılığı meşrulaştırmak için bazı gerekçeler öne sürmektedir. Bu gerekçelerin en önde gelenlerinden biri İslam ile Hıristiyanlık arasında var olduğu iddia edilen değişmez farklılıktır.

Yazımızın ikinci bölümü bu üçüncü iddiayı detaylı olarak ele alacak ve ardından dördüncü ve son yanılsamanın incelenmesi ile sona erecektir

No comments: