Saturday, December 26, 2009

Niceleri geldi,neler istediler...

Niceleri geldi,neler istediler
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de senin gibiydiler…
Ömer Hayyam

Tuesday, October 20, 2009

Anadolu Kaplanı nasıl Anadolu Eşeği oldu?

Hiçbir iflas haberi beni önceki gün Denizli'den gelen hikâye kadar etkilemedi.
Amerika'da olsa 35 yıllık sanayici Esat Sivri'nin mücadelesi gazetelerde minik bir haber olarak geçiştirilmez, üniversitelerde "case study" yani "örnek vaka" olarak okutulurdu.
Çünkü Denizli Basma ve Boya Sanayii'nin (DEBA) hikâyesi Türkiye'de ekonominin özellikle de tekstil sanayiinin dönüşümünü anlamak için biçilmiş kaftan.
Her şeyden önce ortada çok ciddi bir insani dram var.
Ama patronun vakarı, sendikacıların körlüğü, bankaların katılığı da var.
Hepsinden öte Anadolu Kaplanları'na özgü muhteşem bir kara mizah var.

En baştan başlayalım.
Denizli sanayiinin duayeni olarak kabul edilen Esat Sivri, DEBA'yı 1973 yılında kurmuş. Yani öyle "sonradan görme" tekstilcilerden değil, sektörün öncüsü.
Dokuma, boyama, basma, pantolon, nevresim ve çarşaf üretiminde uzman.
Öyle ki kısa sürede Hugo Boss, Dockers, Levi's gibi ünlü markalar müşterisi olmuş.
Fakat o, fason üretimle yetinmemiş, Uniqart ve Colossae adıyla markalarını yaratmış.
Kaliteli baskı tesisleri ve markalarıyla tam 22 ülkeye ihracat yapar hale gelmiş.
Anlayacağınız, arkasına aldığı geçici rüzgârla yetinmemiş.
Boya-baskıdan üretime, fasondan markaya sürekli kendisini geliştirmiş.
Ama yine de olmamış.

"Neden olmamış" başlıklı uzun bir tez yazılabilir. Ben size özet geçeyim.
İhracata dayalı çalıştığı için ilk büyük darbeyi 2001 krizinde yemiş.
Dövizin anlık fırlamasıyla şirketinin finansal yapısı bir daha toparlanmamak üzere sarsılmış. Bankasıyla defalarca kredilerin yeniden yapılandırılması için masaya oturmuş.
Tam toparlanmaya, işçi sayısını 1700'e, ihracatını 56 milyon dolara çıkarmışken, 2008 küresel finans krizine yakalanmış.
Bankası krizi atlatması için esnerken, bu kez de sendikaya çarpmış.
Oysa DEBA Denizli'de sendikal örgütlenmenin olduğu birkaç tekstil fabrikasından biri. Yani Esat Sivri, işçisinin hakkını ilk günden itibaren koruyan bir patron.
Ama gelin siz bunu TEKSİF yönetimine anlatın.

Adam maaş ödeyemez hale gelmiş, sendika ikramiye peşinde.
Arabuluculara rağmen en küçük bir taviz yok.
Ve sonunda 36 yıllık sanayici havlu atmak zorunda kalmış. Ama ne havlu.
Yaşadığı sıkıntılar yüzünden by-pass ameliyatı geçirmiş, tam dört damarı birden değiştirilmiş, stent takılmış. Yetmemiş bir de kanser teşhisi konmuş.
Tüm bunlar olurken, onun tek derdi binlerce çalışanını işsiz bırakmamak.
Ama nafile, ne banka ne sendika ne de hükümetin makro ekonomi politikaları en küçük yardımda bulunmuş. Bir de üstüne global finans krizi.

Önceki gün fabrikanın kapısına kilit vurulurken dikkat ettim, 77 yaşındaki duayen sanayici hiç kimseden şikâyetçi değil.
Ne bankasını suçluyor ne de ikramiye peşine düşen sendikayı.
Tek üzüntüsü işçileri, onların son kalanlarıyla birlikte öğle yemeğine oturmuş.
O arada bir gazeteci, bir zamanlar Anadolu Kaplanı olduğunu hatırlatıyor.
Esat Bey o müthiş mizah anlayışıyla şu dramatik cevabı veriyor: "Biz Anadolu Kaplanı değil, Anadolu Eşeği'yiz. Sırtımızda yıllarca yük taşıdık. Bu yaşımızdan sonra da taşımaya devam edeceğiz."
Biliyorum, bu yazı bir "case study" değil ama Türkiye'de onuruyla çalışan sanayicinin dramatik portresi.


Alıntı : Eyüp Can : http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?YZR_KOD=4&HBR_KOD=130139

Ey Bilişim İnsanı !

Merhabalar,

Sabahleyin çalışma arkadaşım sevgili Erdem Öztürk 'ün mailime ilettiği bir içeriği siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum. Kendisine bir arkadaşından gelen ve çok beğendiğim mail şöyle başlıyor;
"ABD’nin Denver Eyaleti 'ne master için giden genç arkadaşım ...... bir mail atmış. Bir profesorün mezun etmeye hazırlandığı Bilgisayar Mühendisliği öğrencilerine verdiği son dersi anlatıyor. İlgimi çekti, sizlerle paylaşmak istedim. Aynen şöyle;"

Tam olarak anlatılan olay yaşanmış mıdır kesin olarak bilmek mümkün değil, ancak içerik ve tespitler çok etkileyici. Sözü daha fazla uzatmadan sizi harikulade bulduğum içerikle başbaşa bırakmak istiyorum.

"Bilgisayar Mühendisi arkadaş!

İnşallah iyi bir donanımcı, iyi bir programcı, iyi bir network uzmanı veya iyi bir sistem operatorü olacaksın. Yalnız şu mühim meseleri sakın aklından çıkarma.

Bu kâinatın öyle bir donanımcısı vardır ki, bütü mevcudatı ve içinde yeryüzünü create etmiş (yaratmış), güneşi bir power source (güç kaynağı), ayı bir system clock (sistem saati) yapmış. O power source dur ki kesintiye uğramaz ve o system clock tur ki şaşmaz ve şaşırmaz. O donanımcının ilminin ve sanatının nihayetsizliğini gösterir. Bu zât aynı zamanda öyle yüce bir programcıdır ki, şu muazzam hayat programını yazmış, yüz binlerce yıldan fazladır error (hata) verdirmeden, crash ettirmeden (kesinti veya kırılmaya uğratmadan) çalıştırıyor.

Eğer onun ne kadar iyi bir programcı olduğunu anlamak istersen, önce kendine bak. Gözünle görmediğin küçücük bir hücrene bütün kodunu save etmiş (kaydetmiş) ve yine o küçücük hücrende excute ettiriyor (icra ediyor).

Madem ki DNA’nın bir program olduğu apaçıktır ve bir program programcısız olamaz; demek ki senin programcılığın o büyük zatın programcılığına ancak bir ayna hükmündedir. Yine senin hücrelerinden oluşturduğu networkun içinde hadsiz protokollerle o hücreleri konuşturduğu gibi, seninde diğer insanlarla türlü dillerde ve protokollerde konuşabilmen için gerekli donanımını yanına vermiştir, öylece de gördürüyor, konuşturuyor ve dinletiyor ve sen etrafındaki bütün cisimlerden haber alasın diye ışık, ses gibi türlü medyayı hazırlamış kullandırıyor. Ve sen bunları keşfeder, kullanır, fakat yenisini ekleyemezsin. O halde öyle büyük bir network uzmanı zât vardır ki, senin her türlü ihtiyacını bilir ona göre teçhizatını verir. Senin network uzmanlığın ancak sonsuz ilminden sana verdiği bir küçük parça ve bir büyük nimettir.

Arkadaş aldanma!

Bu güzel dünya hayatı, bir limited trial versiyon (kısıtlı kullanım versiyonu) programdır. Görüyorsun ki elde ettiğin malı mülkü hiçbir suretle save edemiyorsun (saklayamıyorsun). Öyle ise bu kâinat yazılımını yazanı tanı. Hem hiç mümkün müdür ki bir programcı bu kadar güzel bir program yapsın ve yaptığı programda about (programların içine konulan ve programcısını tanıtan açıklama) koyup kendini tanıtmasın. Öyle ise bu kainatın en büyük donanımcısı, programcısı, network uzmanı ve sistem operatorü olan zatın, her yere işlediği about kesimlerini gör, öğren, full versiyonunu (sınırsız kullanım versiyonu) kazanmak için çalış. Unutma ki hiçbir hareketin atlanmadan dikkatlice loglar (kayıtlar) tutuluyor. Bu loglar herşeye gücü yeten o sistem yönetecisi tarafından kontrol edilecektir.

Öyleyse; hangi alanda uzman olursan ol yüce yaratıcının farkında ol, bu farkındalılıkta da uzman ol."

Alıntı : http://blog.idriscin.com/2009/09/ey-bilisim-insani.html

Saturday, September 19, 2009

Mesnevi'den

Vakit keskin bir kılıçtır. Sufi, vakit oğludur. Yarın demez, anı değerlendirir.

Wednesday, August 19, 2009

Güzel Söz

Kişi kıyıyı kaybetmediği göze almadıkça ,yeni okyanuslar keşfedemez.

Tuesday, August 18, 2009

MEVLANA

cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol,
şefkat ve merhamette güneş gibi ol,
başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol,
hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,
tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol,
hoşgörülükte deniz gibi ol,
ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

Saturday, August 8, 2009

Peşlerinden gidecek cesaretiniz varsa, bütün rüyalar gerçek olabilir. Unutmayın her şey bir fare ile başladı.

Walt Disney'in bir hayali vardı, 'Dünyanın En Mutlu Yerini Yapmak'. Bu konuyu dostlarına açtığında dostları neden tutmayacağı hakkında bir sürü ıvır zıvır şey söylediler. Fakat o kafasına koymuştu, tutkusu vardı, bilgisi vardı ve asla vazgeçmeyecekti.

Hayal ettiği yer için bankaları gezdi ve kredi istedi. Sıkı durun, tam 302 banka onu reddetti, onun hayaline inanmadı. Ama vazgeçmediği için nihayet fikrine inanan biri çıktı ve Disneyland'ı kurdular.

Kurulduğu 17 Temmuz 1955'ten bu güne kadar her zaman insanların akınına uğrayan ve insanların 'Dünyanın En Mutlu Yeri' olarak adlettiği Disneyland tek bir adamın hayaliydi ve bu adam hayalinin peşinden sonuna kadar koştu.

Ve bir gün çıkıp şöyle bir söz söyledi;

"Peşlerinden gidecek cesaretiniz varsa, bütün rüyalar gerçek olabilir. Unutmayın her şey bir fare ile başladı." Walt Disney

Sunday, August 2, 2009

PROBLEMLERE ODAKLANMAK ile ÇÖZÜMLERE ODAKLANMAK arasındaki fark

Durum 1:
NASA uzaya astronot gönderdiğinde tükenmez kalemlerin yer çekimi olmayan ortamda çalışmadığını fark etti (yerçekimi olmadığı için mürekkep kağıdın üzerine akmıyordu).

Çözüm 1:
Bu problemin çözümü NASA'ya on yıla ve 12 milyon dolara maloldu. Öyle bir tükenmez kalem ürettiler ki bu kalem, yerçekimsiz ortamda, yukarı yönde, suyun altında ve sıfırın altından 300 C'ye kadar olan sıcaklıklarda yazı yazmaya olanak sağlıyordu.

Çözüm 2:
Peki Ruslar ne yaptı...?? Kurşun kalem kullandılar. )

Durum 2:
Japon yönetim sistemindeki en hatırda kalır çalışmalardan bir tanesi Japonya'daki en büyük kozmetik firmalarından birinde yaşanan boş sabun kutusu problemidir. Müşterilerden birisi firmaya, aldığı sabun kutusunun boş olduğu konusunda şikayette bulunmuştur.

Yetkililer hemen, üretilip paketlenen sabun kutularını sevkiyat birimine gönderen hattı izole ettiler. Bu sırada bir şekilde bir sabun kutusunun hattan içi boş şekilde geçtiği tespit edildi.

Yönetim, mühendislerine problemi çözmesi için talimat verdi..

Çözüm 1:
Mühendisler iki kişi tarafından kullanılan yüksek-çözünürlükte bir X-ışını cihazı tasarlamak için ciddi uğraş verdiler. Bu sayede hattan geçen bütün sabun kutuları izlenebilecek ve boş olmadıklarından emin olunacaktı.

Çözüm 2:
Küçük bir şirketteki sıradan bir işçi aynı problemle karşılaştığında, X-ışını vb karmaşık şeylerle uğraşmadı, onun yerine farklı bir yol buldu. Güçlü endüstriyel bir elektrikli vantilatör alarak hatta doğru yöneltti. Vantilatörü açtığı anda dolu olan kutular hattan geçerken boş olanlar hattın dışına doğru savruldu.

Buradan çıkarılacak ders

* Her zaman basit çözümler arayın
* Problemleri çözmek için mümkün olan en basit çözümü tasarlayın
* Her zaman çözüme odaklanın.

Tuesday, July 28, 2009

Bir Anı

Ünlü basketbolcu Hidayet Türkoğlu, Eminönü'nde eşiyle birlikte geziyordu. Yeni Cami'nin önünde simit satan bir çocukla karşılaştılar. Türkoğlu, yaklaştı ve "Simidin kaça... Koç?" diye sordu.
- 30 kuruş ağabey... çıtır çıtır...
- Kaç simit var?
- 70-80 tane var herhalde.
- Hepsini alsam ne tutar?
- 24 lira...
- Al sana 30 lira. Farz et ki hepsini aldım.
Ünlü basketbolcunun eşi şaşırmıştı; eşine usulca sordu: "Niye böyle yaptın? Yemediğimiz simitlerin parasını neden verdin?"
- Boş ver sorma...
Ama hanımı ısrarlıydı. Bu yüzden, Hidayet Türkoğlu açıklamak zorunda kaldı:
-Tablanın kenarı dikkatini çekti mi? İyice baksan görecektin. Köşeye bir isim kazınmıştı.
- Ne ismi?
- Hidayet...
- Yoksa?
- Evet o tezgâh eskiden benimdi.



http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ilicak/2009/07/26/bir_ani

Ömer Hayyam dan

"Sünneti tut, farzı yerine getir
Bir lokmayı başkalarına da yedir
Kimsenin malına canına dokunma,
Sana cennet benden, durma, şarap getir"

Friday, June 5, 2009

{ listen to my HEART }


Flickr

This is a test post from flickr, a fancy photo sharing thing.

Sunday, May 24, 2009

Rubailer (205)

“Madendeki inciyi aradıkça madensin

Ekmek lokmasına heves ettikçe ekmeksin

Şu kapalı sözü anlarsan, anlarsın her şeyi;

Neyi arıyorsan osun sen…. “ (Rübailer, 205)

Monday, May 18, 2009

Erken kalkmak

‘De ki: Sabahın Rabbine sığınırım.’ (Felak Suresi, 113)

Bereket sabah başlar. Gün ortasında uyanmak, neredeyse günü bitirmek, zamanı tüketmek demektir. Tüm canlılar sabahın ilk ışıklarında uyanıp yiyecek aramaya, yani çalışmaya başlarlar. İnsanların da rızıklarını kazanmak için, erken kalkma zorunlulukları vardır. Aksi takdirde bereketsiz ve şevksiz bir hayat sürmeleri kaçınılmazdır.

Geceyi eğlence alemlerinde geçirip, günü yarım yaşayanların, yaradılışa aykırı olan bu tavır ve davranışlarından ötürü, tüm hayatlarında bir bereketsizlik hakim olur. Ayrıca toplumun büyük çoğunluğunun yaşadığı olayları ve haberleri de, hep geriden takip ederler.

“O sabahı yarıp çıkarandır. Geceyi bir sükun (dinlenme), güneş ve ay'ı bir hesap (ile) kıldı. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen ALLAH'ın takdiridir.” (En’am Suresi, 96)

Yüce ALLAH, yarattığı tüm varlıkları ve kainatı, ayetin ifadesiyle, bir sistem, hesap ve düzen içinde tertiplemiştir. Geceyi dinlenme, gündüzü çalışma olarak, insanları da bu sisteme uygun şekilde yaratmıştır. Günün ilk saatleri olan sabahı uykuda geçirerek yaradılışa aykırı davranıldığında, her şeyde olduğu gibi, burada da bir çok olumsuzlukları beraberinde getirmektedir.
Erken kalkıp günü en başından yaşamak, hem daha zinde olmamızı sağlar, hem de verimli çalışarak gün içinde yapılacak işlerin bir çoğunu, henüz gün yarılanmadan bitirmemize sebep olur.

“Doğrusu gece neşesi (gece ibadeti, insanın iç dünyasında uyandırdığı) etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır.” (Müzzemmil Suresi, 6-7)

Ayette Yüce ALLAH, ibadetleri, sessizliğin ve konsantrasyonun yoğun olduğu zaman olan, gece yapılmasının daha makbul olacağını bildirmektedir. Dolayısıyla geceleri uyku ve ibadetle geçirmemizi tavsiye etmektedir. Daha sonra “gündüz için uzun uğraşlar vardır” ifadesiyle, insan yaradılışına en uygun olan bu durumu bildirmektedir.

‘…Yarattığı şeylerin şerrinden, Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,’ (Felak Suresi, 113)

Yukarıdaki ayette, “gecenin şerrinden Sana sığınırım” bilgisi, buradan gece yaşantısının insanın yaradılışına uygun olmayan bir zaman olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu zaman diliminin uykuda ve ibadetle geçmesi, insanlar için en hayırlı olanıdır.

Bir başka ayette ise, “Ve nefes almaya başladığı zaman, sabaha;” (Tekvir Suresi, 18) ifadesiyle sabahın sağlık açısından da önemine dikkat çekilmektedir. Bilindiği gibi oksijenin en bol olduğu saatler sabah saatleridir. Tüm yeşil bitkiler, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kendi besinlerini üretmek üzere, karbondioksiti alarak oksijeni havaya vermeye başlarlar. Güneş battıktan sonra ise, tıpkı bizler gibi solunum yapmaya, yani oksijeni alıp karbondioksiti dışarı vermeye başlarlar. Görüldüğü gibi Yüce ALLAH, bir lütuf olarak sabah saatlerinin çalışmaya başlamak için en uygun zaman olduğunu ayetler doğrultusunda haber vermiştir. Bu durumun daha bilmediğimiz sayısız hikmetleri olduğu da bir gerçek.

Erken kalkmak tüm yaratılmışlarla beraber uyanmaktır. Ayette dediği gibi “nefes alan sabahı” yakalamaktır. Güneşin muhteşem doğuşunu, izleyerek güne başlamak, bu heyecanı ve şevki yaşamakla beraber, insanları bekleyen ışıl, ışıl yeni günü müjdelemektedir. Bu durumu alışkanlık haline getirip, yaşam boyu hayata geçirip yaşayanlar, genç ve dinç yaşlanarak, moralleri daima yüksek olup, yaşamlarına huzur ve bereket hakim olur.

Kaynak : http://www.hayatinrengi.net/faydali-bilgiler/34496-erken-kalkmanin-faydalari.html

Sunday, May 17, 2009

Rıfat Ilgaz - Uçurtma

Çocuklarımız neleri sevmiyorlar ki...
Uçurtmayı seviyorlar söz gelişi,
Bir havalandı mı uçurtmaları
Daha da güzelleşiyorlar.
Maviliklerde gözleri
Özgürlüğü yaşıyorlar
Uçurtmalarla birlikte.

Koparıp da iplerini hele
Bir kurtuldular mı ellerinden,
öylesine seviniyorlar ki,
Gidiş o gidiş, bile bile...

Kızalım mı umursamayışlarına?
Kendi yaşamlarını izliyorlar boşlukta.
Onlar da birer uçurtma değil mi?

Bizim de ne süslü uçurtmalarımız vardı,
Alıp başlarını gitmediler mi?
Gözümüzden bile esirgerdik
Hangi birinin ipi kaldı elimizde?

Wednesday, January 28, 2009

Özlü Söz

Kaplumbağaya dikkat et. Ancak kafasını çıkarıp risk aldığında ilerleyebiliyor.


Siirt -Şirvan