Wednesday, April 30, 2008

Psikolojik harbin yarattığı psikolojik vakalar - Ferhat Kentel (gazetem.net alıntıdır.)

Psikolojik harbin yarattığı psikolojik vakalar
Ben “YouTube”ta gördüm; belki siz de bir yerlerde görmüşsünüzdür. “Üniversite mezunu” mu yoksa “üniversitede çalışan akademik kadınlar”dan mı oluştuğunu anlamadığım “Üniversiteli Kadınlar Derneği” adlı bir derneğin toplantısından enstantaneler geçiyor video klipte (http://www.youtube.com/watch?v=xCJZCR1Twao)... Görüntülerden anlaşıldığı kadarıyla 50-60 kişilik bir salonun yarısı dolu... Sahnedeki masada 4 döpiyesli kadın sırayla konuşuyorlar; ayrıca ayağa kalkıp konuşan dinleyiciler arasında “Ahlak Felsefesi” adını taşıyan profesörlük tezini üç ayrı İngilizce kitaptan tercüme yoluyla -kaynak belirtmeden!- derleyerek hazırlamış olan, geçen senenin Cumhuriyet mitingleri organizatörü Necla Arat da var...

Konuşmacıların hepsi çevrelerindeki islami tezahürlerden dert yanıyor: “Ezan.. hadi ezan (“hadi ezan neyse, kabul ettik diyelim” vurgusuyla söylüyor)... Ama bir de 11.00 civarında Kuran okunmaya başlandı... ve her gün...”

Başka bir konuşmacı parmağını sallayarak konuşuyor: “Türban için başa bağlanan, o Kuran'da adı geçmeyen baş sargısı için beyaz çarşaf giyiyor ve ortaya çıkıyorlar.. Bu ne utanmazlıktır arkadaşlar! (...) O kafalarına saten pırıl pırıl başörtüleri takıp başları dik bir şekilde yanımızdan geçişlerini hazmedemiyorum...” (Belli ki başörtüsünün pırıltısına bayılmış ama serde “laik olmak” var, hazmedemiyor!)

Başka biri anlaşılan başörtüsünün para verilerek genç kızlara taktırıldığı masallarına iyice inanmış ki, aynı taktiği, çocukları İmam-Hatip liselerinde okuyan aileleri bundan vazgeçirmek için uygulamaya niyetlenmiş: “Biz oralara gittiğimiz zaman bunlarla (başörtü işareti yapıyor) birlikte oluyoruz... Dedim ki, 'Arkadaş, çocuğunu (İmam-Hatip'ten) alalım, biz üstleniyoruz. Biz onu koyalım normal liseye. Bursunu da bağlayalım'.... Döndüremeyeceğimizi anlayınca bursu da kestik.”

Bir başkası ise “ayakların baş olması” gibi bir durumdan (Başbakanımızın kulakları çınlasın!) çok şikayetçi: “Yanımda çalışan kadının bile (seçimin) ertesi günü 'AKP'ye oy verdim abla'... 'Niye evladım AKP?'... 'Köprülerde yazıyor ya, 'şunu yaptık bunu yaptık'; istikrar var'... 'İstikrar senin neyine Vesayet? (Anlaşılan çalışan kadının adı Vesayet, ve sanki Vesayet salondaymış gibi kürsüden ona kızgınlıkla sesleniyor) İstikrar senin neyine!'”

Çağdaş kadınlarımız, “bunlar” (!) karşısında çok şikayetçi... Şikayet ne kelime! “Bunlar” dedikleri insanlar hem “başörtülü” hem “başları dik” hem de AKP'ye oy verip “istikrar”dan bahsediyorlar... Üstelik “bunların” parayla satın alınabilme ihtimali de kalmamış! Yani çağdaş kadınlar dayanılmaz bir saldırı altındalar! Altüst olmuş dünyalarında nirengi noktalarını kaybetmiş durumdalar; kültürleri ve çağdaş yaşam tarzları arkasında saklı kalmış sınıfsal egemenlikleri derin bir sarsıntı yaşıyor... Bu sarsıntı, derin psikolojik bir travma yaratıyor; kişilikleri derin bir “psikolojik vaka” olarak ortaya çıkıyor...

Nasıl bir psikolojik vakadır bu?

7 Haziran 2007'de gazetem.net'te yazdığım bir yazıda (“Dolaşıma eksik sokulan bir ihanet belgesi”) gayet “seçkin” insanların haberleştiği bir internet yazışma grubuna aktarılmış bir “gizli belge”den söz etmiştim. “Belge” adı takılan “şey”, kendini kısaca “ATAK” olarak tanıtan “Atatürkçü Kadınlar Hareketi” adlı bir yerden aktarılmıştı gruba... AKP'nin “gerçek yüzünü göstermeye” ve oy vermemeye çağıran o “şey”de Abdullah Gül ile ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın 2003’te imzaladıkları gizli bir anlaşmayı yansıtan bir “vatan hainliği belgesi” ifşa ediliyordu. O “şey” çok ilginçti; çünkü zeka seviyesi düşük bir beyinin (ya da beyinlerin) ürünü olduğu o kadar belliydi ki, adeta bir mizah klasiği kıvamına ulaşıyordu. Mesela söz konusu “ihanet belgesi”nde Gül ve Powell şöyle bir maddeyi de imzalamışlardı:

“Irakin kuzeyinde kurulmus olan ve sozumona “Kurdistan” adi verilen Kukla Devlet, resmen ilan edildikten sonra, Turkiye tarafindan da resmen taninacak.”

Mizah yapacağım diye ağzım bir kere yandığı için (sebebi aşağıda), her ihtimale karşı açık ve seçik olarak yazayım: “Belge”ye göre, “Türkiye'ye ihanet ettiği” söylenen iki Bakan ilginç bir şekilde kurulmasını istedikleri “Kürdistan”ın adını “açık seçik” kullanmak yerine, tam da “ihanet ettikleri” ülkenin dilini (“sözümona 'Kürdistan' adı verilen Kukla Devlet”) kullanıyorlardı! Yani her şeyiyle düzmece olduğu belli olan bu “belge” belli ki, “psikolojik harp” yapmak üzere bina edilmiş “yerli” bir yapılanmanın içinde üretilmişti. Ama üretenler doğru dürüst bunu bile becerememişlerdi, çünkü başkalarına atfederek yazdıkları “belge”ye bile “bölücüler gibi konuşmama” gayretlerini ifşa eden kendi kelimeleri sinmişti...

İşin bir başka komik ve de acıklı tarafı, bu “belgeyi” “seçkin” bir kişi anlaşılan çok ciddiye almış, “inanmış” ve işin saçmalığını düşünmeden yazışma grubuna aktarmıştı. Ama işin daha da komiği (ağzımın yanma sebebi), benim bu “belge”yi abartarak -yeni uçuk kaçık maddeler ekleyerek- genişleterek yazdığım “mizahi” yazı da birçok kişi tarafından ciddiye alınmış, gayet ulusalcı sitelerde “ilaveli yeni gerçek belge” olarak yer bulmuştu.

ATAK adlı şeyin bu “ilk” faaliyetinden sonra başka bir faaliyetine rastlamadım. Ama psikolojik harp, bu “belge” hikayesi öncesinde olduğu gibi, sonrasında da devam etti. “Şeriat geliyor, laiklik elden gidiyor!” tamtamlarıyla yapılan psikolojik harpte ne Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan'ın Yahudilikleri kaldı, ne “gizli kamerayla” çekilmiş ve servise sunulumuş “okulda namaz”, “hastanede başörtülü hemşireler” görüntüleri, ne de AKP'yi kapatmak için hazırlanan ve laikliği “yaşam tarzı” olarak anlatmaya çalışan siyaset bilimi ve hukuk fakiri iddianameler kaldı... “Bölünüyoruz!” tamtamları ise çok daha tehlikeli bir hal aldı... Ne Kürtlerin hırsızlıkları, çok çocuk yapmaları, şehirlerimizi istila etmeleri kaldı, ne Nevrozlarda kuşanılan kırmızı-yeşil-sarı renklerin kullanılması, ne de DTP'ye karşı açılan savaş kaldı... Bütün bunlara ilaveten, 301 gibi kabus niteliğindeki “kanun” maddeleri ve onların sokaktaki dışavurumu Ergenekoncu çeteler, birlikte toplumu terörize etmek, psikolojisini darmadağın etmek için bilfiil faaliyet gösterdiler...

Böylesine psikolojik bir harp hangi durumlarda başarıya ulaşır? Psikolojisi bozulmuş insanların çok olduğu yerde... Kendi statülerini, sosyal konumlarını kaybetme korkusu yaşayan, kendine ve sahip olduğu ortalama kültüre güven duygusunu kaybeden insanların çok olduğu yerde... Psikolojik harp, psikolojisi bozuk insanların psikolojisini daha da bozar; onların bozuk psikolojilerini -her türlü yalan ve provokasyonla- siyasal tavır almaya yöneltir. Bugün olduğu gibi, gayet apolitik insanlardan sıkı devrimciler, solcular, kemalistler bile üretilebilir. Futboldan, işten, paradan, tüketim arzularından başka bir şey düşünmeyen insanlardan vatan-millet savunucuları bile üretilebilir.

Üretilebilir ama işte bu kadar üretilebilir... O beğenmedikleri ve hiç anlamadıkları insanlar Kayseri'de, Konya'da yepyeni ve alternatif bir modernliğin temellerini atarken; Diyarbakır'dan İstanbul'a yepyeni özgürlük taleplerini dile getirirken, onlar içine düştükleri ve esir oldukları travmatik kişilikleri ile, sahip oldukları askeri, medyatik ve kanuni megafonlarla hâlâ çok önemli olduklarını -sadece- zannetmeye devam edebilirler...

Ve bu arada ayaklar baş olur ama kıyamet falan da kopmaz...

24 Nisan 2008, Perşembe

No comments: