Friday, June 5, 2009

{ listen to my HEART }


Flickr

This is a test post from flickr, a fancy photo sharing thing.

Sunday, May 24, 2009

Rubailer (205)

“Madendeki inciyi aradıkça madensin

Ekmek lokmasına heves ettikçe ekmeksin

Şu kapalı sözü anlarsan, anlarsın her şeyi;

Neyi arıyorsan osun sen…. “ (Rübailer, 205)

Monday, May 18, 2009

Erken kalkmak

‘De ki: Sabahın Rabbine sığınırım.’ (Felak Suresi, 113)

Bereket sabah başlar. Gün ortasında uyanmak, neredeyse günü bitirmek, zamanı tüketmek demektir. Tüm canlılar sabahın ilk ışıklarında uyanıp yiyecek aramaya, yani çalışmaya başlarlar. İnsanların da rızıklarını kazanmak için, erken kalkma zorunlulukları vardır. Aksi takdirde bereketsiz ve şevksiz bir hayat sürmeleri kaçınılmazdır.

Geceyi eğlence alemlerinde geçirip, günü yarım yaşayanların, yaradılışa aykırı olan bu tavır ve davranışlarından ötürü, tüm hayatlarında bir bereketsizlik hakim olur. Ayrıca toplumun büyük çoğunluğunun yaşadığı olayları ve haberleri de, hep geriden takip ederler.

“O sabahı yarıp çıkarandır. Geceyi bir sükun (dinlenme), güneş ve ay'ı bir hesap (ile) kıldı. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen ALLAH'ın takdiridir.” (En’am Suresi, 96)

Yüce ALLAH, yarattığı tüm varlıkları ve kainatı, ayetin ifadesiyle, bir sistem, hesap ve düzen içinde tertiplemiştir. Geceyi dinlenme, gündüzü çalışma olarak, insanları da bu sisteme uygun şekilde yaratmıştır. Günün ilk saatleri olan sabahı uykuda geçirerek yaradılışa aykırı davranıldığında, her şeyde olduğu gibi, burada da bir çok olumsuzlukları beraberinde getirmektedir.
Erken kalkıp günü en başından yaşamak, hem daha zinde olmamızı sağlar, hem de verimli çalışarak gün içinde yapılacak işlerin bir çoğunu, henüz gün yarılanmadan bitirmemize sebep olur.

“Doğrusu gece neşesi (gece ibadeti, insanın iç dünyasında uyandırdığı) etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır.” (Müzzemmil Suresi, 6-7)

Ayette Yüce ALLAH, ibadetleri, sessizliğin ve konsantrasyonun yoğun olduğu zaman olan, gece yapılmasının daha makbul olacağını bildirmektedir. Dolayısıyla geceleri uyku ve ibadetle geçirmemizi tavsiye etmektedir. Daha sonra “gündüz için uzun uğraşlar vardır” ifadesiyle, insan yaradılışına en uygun olan bu durumu bildirmektedir.

‘…Yarattığı şeylerin şerrinden, Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,’ (Felak Suresi, 113)

Yukarıdaki ayette, “gecenin şerrinden Sana sığınırım” bilgisi, buradan gece yaşantısının insanın yaradılışına uygun olmayan bir zaman olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu zaman diliminin uykuda ve ibadetle geçmesi, insanlar için en hayırlı olanıdır.

Bir başka ayette ise, “Ve nefes almaya başladığı zaman, sabaha;” (Tekvir Suresi, 18) ifadesiyle sabahın sağlık açısından da önemine dikkat çekilmektedir. Bilindiği gibi oksijenin en bol olduğu saatler sabah saatleridir. Tüm yeşil bitkiler, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kendi besinlerini üretmek üzere, karbondioksiti alarak oksijeni havaya vermeye başlarlar. Güneş battıktan sonra ise, tıpkı bizler gibi solunum yapmaya, yani oksijeni alıp karbondioksiti dışarı vermeye başlarlar. Görüldüğü gibi Yüce ALLAH, bir lütuf olarak sabah saatlerinin çalışmaya başlamak için en uygun zaman olduğunu ayetler doğrultusunda haber vermiştir. Bu durumun daha bilmediğimiz sayısız hikmetleri olduğu da bir gerçek.

Erken kalkmak tüm yaratılmışlarla beraber uyanmaktır. Ayette dediği gibi “nefes alan sabahı” yakalamaktır. Güneşin muhteşem doğuşunu, izleyerek güne başlamak, bu heyecanı ve şevki yaşamakla beraber, insanları bekleyen ışıl, ışıl yeni günü müjdelemektedir. Bu durumu alışkanlık haline getirip, yaşam boyu hayata geçirip yaşayanlar, genç ve dinç yaşlanarak, moralleri daima yüksek olup, yaşamlarına huzur ve bereket hakim olur.

Kaynak : http://www.hayatinrengi.net/faydali-bilgiler/34496-erken-kalkmanin-faydalari.html

Sunday, May 17, 2009

Rıfat Ilgaz - Uçurtma

Çocuklarımız neleri sevmiyorlar ki...
Uçurtmayı seviyorlar söz gelişi,
Bir havalandı mı uçurtmaları
Daha da güzelleşiyorlar.
Maviliklerde gözleri
Özgürlüğü yaşıyorlar
Uçurtmalarla birlikte.

Koparıp da iplerini hele
Bir kurtuldular mı ellerinden,
öylesine seviniyorlar ki,
Gidiş o gidiş, bile bile...

Kızalım mı umursamayışlarına?
Kendi yaşamlarını izliyorlar boşlukta.
Onlar da birer uçurtma değil mi?

Bizim de ne süslü uçurtmalarımız vardı,
Alıp başlarını gitmediler mi?
Gözümüzden bile esirgerdik
Hangi birinin ipi kaldı elimizde?

Wednesday, January 28, 2009

Özlü Söz

Kaplumbağaya dikkat et. Ancak kafasını çıkarıp risk aldığında ilerleyebiliyor.


Siirt -Şirvan

Monday, December 8, 2008

Affan dededen kalan... (CAN DÜNDAR'DAN ALINTI)

Affan dededen kalan...
8 Aralık Pazartesi 2008



Geçenlerde Bursa’da hediye edilen bir kitap, beni çocukluğumun haylaz bayram sokaklarına götürdü; mazinin sadece güzellikleri gösteren perdesine dalgın bakakaldım.
Araştırmacı yazar Yılmaz Akkılıç’ın Bursa Belediyesi’nce basılan kitabı, “Sokak Oyunları” adını taşıyordu.
Sayfaları çevirdikçe, sanki “Affan dedeye para saydım/ sattı bana çocukluğumu...”
Çiçekleri solmuş, betona boğulmuş eski bir “arsa”da oyuna daldım.
* * *
Asırlardır sokakta, arsada, bahçede büyüyen çocukluk, bir kuşak içinde eve, odaya kapanıp bilgisayar başına hapsolduğundan, bizim oyunlar da onlarla birlikte tarih sahnesinden çekilmiş, yenileriyle yer değiştirmişti.
Akkılıç, buna direnmek için, eski kuşak Bursalılara çocukken oynadıkları oyunları anlattırmış, bu anlatımları yazıya ve fotoğrafa döküp kitaba basmış.
Her bir sayfa bana, yeniden sokağa çağıran bir ıslık gibi geldi.
Hafızaya gömülmüş bir kent mirasının nostaljik kazısı...
Toza bulanmış renkli bir bayrağın, hayalleri ekrana sığmış bir kuşağa devir teslim töreni...
Bazılarınıza yabancı da olsa, beni kuyruğuna takan bu güzelim uçurtmayla sizi de uçurmak istedim bir süre...
Bayramdan istifade...
Mazinin oyun bahçelerinde...
* * *
“Uzun eşek”i, “çanak çömlek”i, “birdirbir”i, “körebe”yi, “köşe kapmaca”yı, “kukalı saklambaç”ı, “istop”u geçiyorum. Bunlar kısmen de olsa yaşamayı, hatırlanmayı başaranlar...
Ama “lik” hepten yok oldu mesela...
“Misket”e, “bilye”ye para yetmediğinde bakkalın arka bahçesinden toplanmış gazoz kapaklarıyla oynanan “baş”lar, “tumba”lar tarihe karıştı.
“Misket”i olanlar da “müselles”i unuttu (ki bunun “üçgen” anlamına geldiğini biz de bilmezdik o zaman...)
Ya “çivi”... “kuyu”?
Her yere asfalt dökülünce onlar da toprak oldu.
* * *
Kızlar “üçtaş”ı, “beştaş”ı hatırlar belki...
Ama onlar da “ayak ipi”nden vazgeçti. 2 metre arayla karşı karşıya duran iki kızın bilek hizalarından başlayıp kademeler halinde bel hizasına dek yükselttikleri lastik bir ipe basarak söylenen tekerlemeler duyulmaz oldu.
Neyse ki hâlâ okul bahçelerinde “sek sek”in tebeşirle çizilmiş 8 karesini görüyorum.
Bazen hafıza tazeler gibi, rakamları üzerinde tek ayak zıplıyorum.
* * *
Üç tekerlekli bisikletler, çemberler, tornetler...
Saha darlığından icat edilmiş “Japon kale”ler...
İç içe geçmiş patlak plastik toplar, uzun direksiyonlu tel arabalar, urganla kırbaçlanan topaçlar, bilek morartan laklaklar, eski okul çantalarından kızaklar, barut kokulu çatapatlar, sesi mecburen bizim ağızlarımızdan çıkan uyduruk tabancalar...
Birlikte yattığımız, atmalara, satmalara kıyamadığımız, hatta tamiratını da kendimiz yaptığımız gösterişsiz oyuncaklar...
Tabii ki zaman geçip nesiller yenilendikçe unutulacaklar.
Ama yerlerine geçen “playstation”ların, “psp”lerin dehşetini gördükçe, “Sims”i takıp kendi başına “evcilik” oynayan kızları izledikçe, sokağı tanıyamadan eve kapanmış, alışveriş merkezi dışında gezecek yeri kalmamış yeni kuşağın bu hali, “yakan top” yemiş gibi yakıyor içimi...
O yüzden bu bayram günü, “kapı hakkı” neyse verip “Bezirgânbaşı” köprüsünden geçiyorum.
Mazinin o tozlu arsalarında keyifle dolaşıyorum.
Hepinize çocukluğumun bilyeleri kadar rengârenk bir bayram diliyorum.